Selamun
aleykum değerli kardeşlerim,
Rabbimize hamdolsunki bu hafta da yeni bir konu
ile birlikteyiz. Bu haftaki konumuzu size hiçte yabancı olmayan bir söylem
üzerine bina edeceğiz.
Sizde
mutlaka duymuşsunuzdur. Toplumumuzda “Ne zamandan beri müslümansın?“ diye
sorulduğunda “Kalu beladan beri.“ diye cevap verilen bir söylem vardır. Hiç
dilimize bu denli yerleşmiş bu söylemin ne anlama gelebileceğini düşündük mü?
Bugün
Rabbimin yardımı ile hep beraber bu söylemin içeriğini öğrenmeye çalışalım inşaAllah.
İNSANIN RABBİNE KARŞI
SORUMLULUĞU NE ZAMAN BAŞLAMIŞTIR?
İlk olarak şunu
düzeltmemiz gerekir ki, toplumumuzda yaygınlık kazanan “Ne zamandan beri
müslümansın?“ sorusu yanlış bir soru şeklidir. Bu sorunun “Ne zamandan beri Rabbine
karşı sorumlusun?“ olması gerekir. Çünkü insan o boyutta sadece bir Rabbin,
yaratıcının olduğunu kabul ve ikrar etmiştir. Bu ise insanın müslüman olması için
yeterli değildir. Bu soru çoğunluk olarak müslüman bir toplum olduğumuzdan ve olaya
bu gözle baktığımızdan dolayı dilimizde bu şekle dönüşmüş kardeşlerim.
Evet, aramızda efsanevi bir şekilde dolaşan bu söylem yüce kitabımız Kur’an’daki bir ayete dayanmaktadır. Yazının başlığından da anlaşılacağı gibi Rabbimiz bu ayeti kerimesinde Adem aleyhisselam yaratıldığında tüm insanlık ile yaptığı sözleşmeden bahsetmektedir. Ayetin tam metni şöyledir:
“Rabbın, Adem oğullarından, onların sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şâhid tutarak "ben, sizin Rabbınız değil miyim?" (demişti). Onlar da: "Evet; buna şahidiz" demişlerdi. Bu, kıyamet günü, "bizim bundan haberimiz yoktu", dememeniz içindi.“ (A’raf Suresi,172.ayet) Islam literatüründe bu sözleşmeye 1.Misak denir.
Misak; ahid, sözleşme, anlaşma anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an‘da 25 yerde geçmektedir. Bizim konumuz olan ayette ise “kalu bela“ olarak isimlendirdiğimiz ruhlar aleminde Allah’in bizden aldığı söz anlamında kullanılmıştır.
Allah Resulu sallallahu aleyhi ve sellem’den bu ayeti kerimeyi açıklayan bir çok hadis rivayet edilmiştir. Ben sadece birini buraya alıntılıyorum kardeşler:
Ubey.b. Kâ'b'dan bu âyetin izahı hakkında şunları söylediği rivayet edilmektedir:
"Allah, Âdem'in soyundan gelecek
olan insanları onun sulbünde toplamış, onlara can vermiş ve onları
şekillendirmiştir. Sonra onları konuşmalarını istemiş onlar da konuşmuslardır.
Daha sonra bunlardan ahd (söz) almış ve bunları, kendi nefislerine şahit
tutarak: "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" demiş onlar da:
"Evet, şahidiz sen bizim rabbimizsin." diye cevap vermişlerdir. Bunun
üzerine Allah: "Ben de yedi kat göğü ve yedi kat yeri ve atanız Âdemi,
kıyamet gününde: "Biz bunu bilmiyorduk." dememeniz için size karşı
şahit tutuyorum. Bilin ki benden başka ne bir ilah nede bir rab vardır. Hiçbir
şeyi bana ortak koşmayın. Ben sizlere, sizden aldığım ahdi size hatırlatacak
Peygamberlerimi göndereceğim ve sizlere kitaplarımı indireceğim." dedi.
Onlar da: "Senin, bizim rabbimiz ve ilahımız olduğuna, bizim senden başka
hiçbir rabbimiz olmadığına şahitlik ederiz." dediler. Ve böylece ikrarda
bulundular. (Ahmed b.Hanbel C.5, shf.35)
Kardeşlerim, konumuz ile alakalı ayet ve hadisten anlıyoruz ki, henüz Adem aleyhisselam yaratıldığında, Rabbimiz kıyamet gününe kadar gelecek tüm insanlarla bir sözleşme gerçekleştirmiştir. Bu sözleşme insanların kendisinden başka bir yaratıcı olmadığını kabul etmeleri ve bu sebeple sadece kendisine itaat etmeleri, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamaları üzerine olmuştur. Işte her birimizin Rabbimize karşı sorumluluğu ruhlar aleminde gerçekleştirilen bu sözleşmeyle başlamıştır. Sizinde takdir edeceğiniz gibi kardeşlerim, her verilen söz bir sorumluluk gerektirir. Bu sebeple herbirimiz yapmış olduğumuz bu sözleşmenin gereği olan sorumluluğumuzu yerine getirmek için dünyaya gönderiliyor ve imtihana tabi tutuluyoruz.
Yaşadığımız bu dünya hayatında dahi başkasına verdiğimiz en basit sözü yerine getirmeye çalışıp, yalancı konumuna düşmemek icin elimizden gelen gayreti gösteren bizler, Rabbimize karşı verdiğimiz sözü yerine getirme hususunda nasıl davranıyoruz?
HER İNSAN DÜNYAYA FITRAT ÜZERE GELİR
Rabbimiz daha dünyaya gelirken her insanın yaratılışına kendisinin tek yaratıcı ve tek Rab olduğunu bilecek ve bunu kavrayabilecek duygular yerleştirmiştir. Bugün de bilinmektedir ki, her insan inanma, ibadet etme, kendisinden çok daha güçlü bir varlığa sığınma duygularına sahip olarak dünyaya gelir. Islam literatüründe buna “Fıtrat“ denir.
Kardeşlerim fıtrat, Allahu teala‘nın tüm insanları kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal ve kabiliyet üzere yaratmasına denir. Rabbimiz tüm insanları fıtrat üzere yarattığını bize şu ayeti kerimesinde haber vermektedir:
“(Ey Muhammed) Dosdoğru olarak yüzünü dîne, Allah'ın fıtratına çevir ki, insanlari o fıtrat üzere yaratmıştır. Allah'ın yaratışında hiçbir değişme yoktur, işte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmez.“ (Rum Suresi, 30.ayet)
Kardeşlerim ayette: “Sen yüzünü hakka meyilli olarak dine, O’na teslimiyete, O’na kulluğa çevir.“ denmistir. “Yani Allah’ın insanları yarattığı fıtrata. Çünkü ‘Fıtrat‘ insanların kendilerini yaratan Rabbe kulluğa programlanmasının adıdır. Bu programlamada hiçbir değişiklik yoktur. Yani tüm insanlar için bu program geçerlidir. Doğru olan yaşam şeklide budur. Ama insanların çoğu bunu bilmiyor.“ denmek istenmiştir.
Rabbimizin bu ayetini en güzel şekilde açıklayan Allah Resulu sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisidir:
"Her cocuk fıtrat üzere (hakki kabule yatkin) dünyaya gelir. Daha sonra annesi ve babasi onu ya Yahudilestirir veya Hıristiyanlastirir yahud da mecusilestirir. (Buhari, Müslim)
Hadisin baska rivayetlerinde de kardeslerim, müsriklestirir, müslümanlastırır diye gelmektedir.
Ayet ve hadisden açıkça anlaşıldığı gibi kardeşlerim, Allah subhanehu ve teala dünyaya gelen her çocuğu bu fıtrat üzere yaratır. Bu fıtrata anne baba ve çevre gibi etkenler müdahele edip bozmadığı müddetçe her dünyaya gelen çocuk yaratıcısını bilir ve idrak eder.
Bu aynen bir
arının Allah’ın fıtratına koyduğu bilgiler sebebi ile kendisinin asla bilemeyeceği
seyleri yapmasına benzer. Küçücük bir arı balın insana olan yararını, en çok
miktarda bal depolayabilmek için en az balmumu gerektiren şeklin altıgen
olduğunu ve bu yüzden peteklerini altıgen şeklinde yapmasının akıllıca
olacağını nereden bilebilir? Bu yaratıcısının ona ilham ettiği
bilgiden başka bir şey değildir.
Allah subhanehu ve teala şöyle buyurmaktadır:
Allah subhanehu ve teala şöyle buyurmaktadır:
“Rabbin bal arısına şöyle
vahyetmiştir: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve çardaklardan kendine evler edin. Sonra
her çeşit meyveden ye ve Rabbinin (sana ilham ettiği) yoluna boyun eğerek gir.’
Karınlarından, kendisinde insanlar için şifa bulunan muhtelif renklerde bal
çıkar. Şüphe yoktur ki bunda, düşünen kimseler için mutlaka bir ibret vardır.”(Nahl Suresi, 68-69.ayet)
Işte tüm bunların bilgisini onun fıtratına koyan, ona ilham eden yüceler yücesi Rabbimizdir. Arının yaptığı sadece tabiatına konmuş bu bilgiler doğrultusunda hareket etmektir.
Kardeşlerim, Rabbimiz arı örneğindeki gibi bizimde O’na en güzel şekilde kulluğumuzu yerine getirebilmek için gerekli bilgileri tabiatımıza yerleştirdiğini yemin ederek bize haber vermektedir. Ilgili ayetler şöyledir:
Nefse ve onu şekillendirene,
Sonra da ona kötülüğünü ve takvasını
ilham edene yemin ederim ki,
Nefsini temizleyen iflah olmuş, onu
günâh ile örtüp gizleyen de hüsrana uğramıştır. (Şems Suresi,7-10.Ayetler)
Rabbimiz başka bir ayetinde insanlar icin iki yol belirledigini, bu yolları acık ve belirgin bir şekilde kendilerine gösterdigini haber vermektedir. Buradaki göstermekten kasıt, bu iyi ve kötüden oluşan iki yolun bilgisinin her insanin tabiatına konulmuş olmasıdır.
Onun için iki göz, bir dil, iki dudak
yaratmadık mı?
Ona iyi ve kötü iki yol göstermedik
mi? (Beled Suresi,
10.Ayet)
Işte kardeşlerim, bizim vicdan diye isimlendirdiğimiz bu
duygunun içerisine Rabbimiz bize yaşamımız boyunca yol gösterici bir ibre
vazifesi olacak bilgiler yerleştirmiştir. Her birimiz vicdan duygusu ile yaptığımız
şeylerin iyi veya kötü olup olmadığını biliriz. Yaptığımız iyi şeyden huzur
duyar, kötü şeydende rahatsızlık, iç huzursuzluğu hissederiz. Hani “Hiç mi
vicdan yok sende?”, “Vicdanı körelmiş bunun..”, “Ne vicdanlı insanmış..” gibi
söylemleri mutlaka duymuşsunuzdur. Bu söylemler bizim içimizde olan bu duygunun
dilimize yansıma şekilleridir. Günümüzde internasyonal ahlak kuralları dediğimiz
şey, Allah’ın insanların vicdanına yerleştirmiş olduğu bu bilgilerin adıdır. Aslında
vicdanımız Rabbimize karşı kulluğumuzu yerine getirirken bizim en önemli yol
göstericimiz ve yardımcımızdır.
KURTULUŞUMUZUN VESİLESİ ANCAK ALLAH’A KULLUKTUR
Değerli kardeşlerim, yukarıdan bu yana anlatmaya çalıştığımız
hususlar dünyaya gelen her insanın yaratıcısını bilecek, tanıyacak ve O’na
kulluk yapabilecek bir donanımla geldiğini ortaya koymaktadır. Bu donanım
Rabbimize verdiğimiz sözün gereğidir. Fakat Rabbimiz katında bize değer kazandıracak,
ebedi kurtuluşumuza vesile olacak olan sahip olduğumuz tüm bu donanımla kendisine
asla şirk kosmamamızdır. Rabbimizin bizden istediği budur. Bunu da nasıl
gercekleştireceğimizi kitaplar indirerek, resuller göndererek bize açıklamıştır.
Her insanin kelimeyi şehadeti (yani yaratıcı olan Rabbin,
ibadete layik olan tek ilah olduğunu, O’ndan başka hiçbir ilahın ibadete layik
olmadığını) kabul ederek girdiği bu daire sorumluluğumuzun ikinci aşamasıdır. Bu
aşamada Allah’ın resulleri ile gönderdiği kitaplara iman etmemiz, gönderilen bu
emir ve nehiylere itaat etmemiz ve yaşamımızı bu kurallar çerçevesinde idame
etmemiz yaratılışımızın amacıdır. Bunada Islam literatüründe 2.Misak diyoruz.
Bizi Firavundan, Mekke müşriklerinden, yahudi ve
hristiyanlardan ayıracak olan şeyde bu aşamadaki kulluğumuzdur. Çünkü yaratıcıyı
bilme ve kabul etme tüm insanlığın üzerinde ortak bulunduğu bir durumdur. Zaten
bu şekliyle olan imana Firavunda, Mekke müşrikleride, Yahudi ve Hristiyanlarda
sahipti. Bu şekliyle iman bize ebedi saadeti kazandırmak için asla yeterli değildir.
Kardeşlerim, yazımızın başına dönerek toparlayacak olursak,
daha ruhlar alemindeyken Rabbimize bir söz vermiş ve bu sözün gereğini yerine
getirmek icin dünya sahnesine gönderilmişiz. Rabbimize verdiğimiz bu sözün
özüde sadece kendisini ilah olarak kabul etmemiz, O’ndan başka hiçbir ilahın
ibadete layık olmadığını ikrar etmemiz ve bunu sözlerimizle, düşüncelerimizle,
niyetlerimizle ve davranışlarımızla ispat etmemizdir. Işte bunun adınada Islam
literatüründe TEVHİD denir.
Rabbim sahip olduğumuz tüm donanımları en iyi şekilde değerlendirmeyi
ve verdigimiz söze sadık kalabilmeyi bize nasip etsin. Amiiin.
Emeğine sağlık Allah senden ve senin gibi kardeşlerimizden razı olsun.Bize de öğrendiklerimizi uygulamak nsip etsin.
YanıtlaSil