Selamun aleykum ve rahmetullahi ve beraketuhu
Değerli kardeşlerim, gecen hafta çıkmış olduğumuz şirkin tarihsel
yolculuğuna bu haftada devam ederek,
yine doğru bildigimiz yanlışlardan birini gündemimize taşıyalım istedim. Bu
haftaki durağımız kendilerine yeni bir din, yeni bir resul, yeni bir kitap
gönderilen mekke toplumu.
Bizim toplumumuzda Mekkeliler
genellikle Allah’ı inkar eden insanlar olarak bilinir. Bu yüzden Allah
subhanehu ve teala’nın kendilerine yeni bir mesaj gönderme ihtiyaci duyduğu
düşünülür ve kafir ile müşrik terimlerinin eş anlamlı olduğu zannedilir. Sonuç itibari ile ikiside küfre
götürsede, müşrik ile kafir farklı anlamlar içeren terimlerdir.
- Müşrik; Allah’a inandığı halde O’na ortak koşandır. Varlıgına inandıgı ve kabul ettigi ilaha ortaklar edinip, onları O’na denk tutandır.
- Kafir; Allah’ın varlığını ve tek ilah oluşunu hiç kabul etmeyen, reddeden, inkar edendir.
Bu terimlerin ne manaya geldigini öğrendikten sonra Mekkelilerin
bizim zannettigimiz gibi Allah’i inkar eden bir toplum olup olmadıklarına
bakalım kardeşlerim:
Onlar gercekten Allah’ı bilmiyorlar mıydı?
Yoksa bildikleri Allah’ı birlemekte mi zorlanıyorlardı?
Onlar nasıl bir Allah inancına sahiplerdi?
Her zamanki gibi bu yolculuğumuzda da azığımız Kur’an’dan
ayetler ve Sahih Sünnetten hadisler olacak insaAllah.
MEKKELiLER ALLAH’I BiLEN VE O’NU BAZI
SIFATLARINDA BiRLEYEN BiR TOPLULUKTU
Değerli kardeşlerim, Kur’an ve Sünnette Allah subhanehu ve teala’nın kendilerine yeni bir uyarıcı gönderme ihtiyacı duyduğu Mekke toplumunu incelediğimizde, onların durumunun hiçde bizim zannettigimiz gibi olmadıgını görüyoruz.
Tam tersine Allah subhanehu ve teala’yı bildiklerini, kabul ettiklerini, bununla birlikte Allah subahenu ve teala’yı kendilerinin yaratıcıları ve rızık vericileri olarak gördüklerine şahit oluyoruz. Yine onların Allah’ın bütün mülkün sahibi, bütün işleri idare eden, yaşatan ve öldüren olduğunu da kabul ettiklerini görüyoruz. Haydi gelin hepberaber bize bu konuda tarihin o kesitlerinden bilgiler sunan ayetlere ve hadislere göz atalım.
Rabbimiz, Mekke müşriklerinin nasıl bir Allah inancına sahip
olduklarını ayetlerinde söyle acıklamaktadır:
“Onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, muhakkak ki ‘Allah‘ derler.“ (Zuhruf Suresi, 87.ayet)
“Eğer onlara ‘Gökten su indirip onunla ölümünden sonra arza hayat veren kimdir?‘ diye sorarsan, muhakkak ‘Allah‘ diyeceklerdir.“ (Ankebut Suresi, 63. ayet)
“Onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?‘ diye sorsan, muhakkak ki ‘Allah‘ diyeceklerdir.” (Zümer Suresi, 38. ayet)
“(Ey Muhammed O müşriklere) de ki: ‘Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), yeryüzü ve yeryüzünde bulunanlar kimindir?‘ Diyeceklerdir ki: ‘Allah'ın.‘ Yine de ki: ‘Yedi tabaka göğün Rabbı ve büyük Arş'ın Rabbı kimdir?‘ Onlar da diyeceklerdir ki: ‘Allah'tır.‘ Keza de ki: ‘Eğer biliyorsanız, (söyleyin bakalım) her şeyin hükümranlığı elinde olan, her şeyi himaye eden ve fakat kendisi himayeye muhtaç olmayan kimdir?‘ Diyeceklerdir ki: ‘Allah." (Muminun Suresi, 84-89 ayet)
Kardeşlerim, ayetleri okurken Mekkelilerin ne denli bir Allah inancına sahip olduklarını hayretler içinde gördük. Bugün bizim toplumumuzda kendisinin müslüman olduğunu söyleyen, müslüman bir aileden doğmayı müslüman olmak icin yeterli gören, bunun ötesinde müslüman kalmak için bir gayret ve zahmete girmeyen nice kimselerin müşrik diye adlandırdıgımız Mekkeliler kadar Allah inancina sahip olmadıklarını, yani Allah subhanehu ve tealayı bu denli tanımadıklarını sıkça görüyoruz.
Halbuki Mekkeliler Rablerini bu yönleriyle tanıdıkları gibi,
bununla birlikte O’nu bazı sıfatlarında birliyorlardı. Bunu Allah Resulu sallallahu aleyhi ve sellem’den
nakledilen sahih hadislerden ögreniyoruz.
Allah Resulu sallallahu aleyhi ve sellem Mekkelileri tevhid
dinine davet edip ona inananlar her geçen gün artmaya basladiğinda, Mekkeliler
bu durumdan rahatsız olup içlerinden kendisine saygı duydukları ve hitabetine
güvendikleri Husayn b. el-Munzir el-Huzâî’yi göndererek onu bu davasından
vazgeçirmesini istediler.
Çünkü Mekkeliler aynı günümüzdeki bidat ehli gibi atalarının yanlış yolda olduklarını kabul etmek istemiyor, bu kabulun toptan tüm geçmişlerini yok saymak olduğunu cok iyi biliyorlardı.
Zaten tarih boyunca Allah subhanehu ve teala’nın gönderdiği hiçbir resul yoktuki, kavmini tek ilah olan Allah’a ibadete çağırdıgında “Biz atalarımızın yolunu bırakmayız.“ itirazı ile karsılaşmış olmasın. Çünkü insanın alısageldigi, yüzdeyüz dogru olarak kabullendiği, gereğinden fazla yücelterek hakkında türlü zanlar beslediği insanların, birden yanlış yolda olduklarını duymak, bunu kabullenmek gerçekten çok zor bir şeydir. Evet, Mekkeye geri dönelim:
Çünkü Mekkeliler aynı günümüzdeki bidat ehli gibi atalarının yanlış yolda olduklarını kabul etmek istemiyor, bu kabulun toptan tüm geçmişlerini yok saymak olduğunu cok iyi biliyorlardı.
Zaten tarih boyunca Allah subhanehu ve teala’nın gönderdiği hiçbir resul yoktuki, kavmini tek ilah olan Allah’a ibadete çağırdıgında “Biz atalarımızın yolunu bırakmayız.“ itirazı ile karsılaşmış olmasın. Çünkü insanın alısageldigi, yüzdeyüz dogru olarak kabullendiği, gereğinden fazla yücelterek hakkında türlü zanlar beslediği insanların, birden yanlış yolda olduklarını duymak, bunu kabullenmek gerçekten çok zor bir şeydir. Evet, Mekkeye geri dönelim:
“Husayn, Rasûlullah ’ın yanına girince:
‘Ey Muhammed!‘ dedi.
‘Birliğimizi bozdun. Gücümüzü böldün. Onu yaptın. Bunu yaptın. Mal istiyorsan
mal toplayalım da malı en fazla olanımız sen ol. Kadın istiyorsan, seni en
güzel kadınla evlendirelim. Krallık istiyorsan, seni başımıza kral edelim.‘ Husayn
sözlerini ve aldatmalarını sürdürdü. Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem onun sözleri karşısında sessizce dinliyordu.
Husayn konuşmasını bitirince Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem:
‘Bitirdin mi Ey Ebû
İmrân?‘ diye sordu. Husayn:
‘Evet‘ dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle devam etti:
‘Sorduklarıma cevap ver.‘ Husayn:
‘Ne istiyorsan sor.‘ dedi.
‘Ey Ebû İmrân! Kaç ilaha ibadet ediyorsun?‘
‘Yedi ilaha. Altısı yerde, biri gökte.‘ (Bu bana tasavvufdaki sayılı gavsları
hatırlattı)
‘Malını kaybettigin zaman kime duâ ediyorsun?‘
‘Göktekine duâ ederim.‘
‘Susuz kaldıgında kime duâ ediyorsun?‘
‘Göktekine duâ ederim.‘
‘Çocukların aç kalırsa kime duâ ediyorsun?‘
‘Göktekine duâ ederim.‘
‘Duâna icabet eden sadece O mu? Yoksa hepsi birden mi icabet
ederler?‘
‘Elbette ki O tek başına icabet eder.‘
‘Peki, O tek başına icabet eder, tek başına sana nimet
bahşeder ama sen ötekileri de ortak
edersin. Yoksa senin aleyhinde ona karşı onların galip gelmesinden mi (sana
zarar vermelerinden mi) korkuyorsun?‘
‘Hayır. O‘na karşı güç yetiremezler.‘
‘Ey Husayn! Müslüman ol da sana Allah’ın fayda vereceği bazı
sözler öğreteyim.‘ diyerek Allah Resulu
Husaynı Islam’a davet eder.“ (Beyhaki
hasen senetle rivayet etmiştir.)
Uzun bir hadisin bizi ilgilendiren bölümü böyle kardeşlerim.
Gördüğünüz gibi Mekkeliler Allah
subhanehu ve teala’nın onların ihtiyaçlarını gidermede tek merci olduğunu gayet
iyi biliyorlardı. O’na eş koştukları ilahların hiçbirinin bunlara güç
yetiremeyeceklerini de çok iyi biliyorlardı. Hatta kendilerine zarar verebilecek
bir güce sahip olmadıklarınıda kabul ediyorlardı. Yani zarar verebilme gücüne
sahip olanın sadece Allah olduğunun farkındaydılar. Onlarda aynı günümüzdekiler
gibi bunu adece Allah’a yaklaşmak için yapiyorlardı.
Bakın Mekkeliler şifayı vereninde Allah olduğuna
inanıyorlardı. Sahih-i Müslim’in iman bahsinde gelen bir hadisde Ezdu Şenua
kabilesinden Dımad adında rukye ile efsun yapan birinin varlığından bahsedilir.
Mekke’ye gelince Mekkeliler kendisine : “Bizim Muhammed cinlendi O’na okusan,
çünkü Allah senin elinle birçok kişiye şifa vermiştir” derler. Daha sonra Dimad
Mekke sokaklarının birinde Allah Resulune rastlayınca: “Muhammed gel sana
okuyayım olur ki Allah benim elimle sana şifa verir.” der. Gördüğünüz gibi kardeşlerim Mekkeliler şifayı
vereninde sadece Allah olduğunu, kendilerinin sadece bir vesile olduğunu bilen
insanlardi.
Yine onlarin inançları hakkında hadislerde gelen bilgilere
devam edelim. Uzunca bir hadisin bizim konumuzla ilgili bölümünde bir bedevi
Allah Resulu’ne gelerek:
“Ben kabilemin sana (gönderdiği) elçisi ve onların
temsilcisiyim. Ben sana (bazı şeyler) soracağım. Sana sorumu da sıkı tutacağım.
Senden (bazı şeyler) isteyeceğim. Senden isteğimi de sıkı tutacağım."
dedi. Allah Resulu:
"istediğini sor,
ey Benû Sa'd'lı!" buyurdu. (Köylü)
dedi ki:
"Seni kim yarattı? Senden öncekileri kim yaratmıştı?
Senden sonrakileri kim yaratacaktır?"
Allah Resulu:
"Allah" buyurdu. Köylü:
"O halde, bunun hakkı için söyle, O mu seni Peygamber olarak
gönderdi?"
Allah Resulu:
"Evet" buyurdu. Köylü:
"Yedi göğü ve yedi yeri kim yarattı, bunların arasına rızkı kim
akıttı?" dedi.
Allah resulu:
"Allah" buyurdu. (Köylü):
"O halde, dedi, bunun hakki icin söyle, O’mu seni peygamber olarak
gönderdi?"
Allah Resulu: "Evet" buyurdu. (Darimi)
Hadis bu sekilde devam ediyor kardeslerim. Yine bu konuda
baska bir rivayette şöyle gelmektedir:
Yine bir gün Allah Resulune biri gelip: “Ey Muttalib'in
torunu! Ben sana (bazı şeyler)
soracağım. Soruda da sert davranacağım. Bu yüzden bana kızma!"
Allah Resulu:
"Kızmam, aklına geleni sor. " buyurdu. O dedi ki: "Senin ilahın, senden öncekilerin ilahı
ve senden sonra geleceklerin ilahı Allah icin söyle, seni bize Peygamber olarak
Allah mı gönderdi?“
Allah Resulu: “Allah
şâhiddir ki evet." buyurdu. O: "Peki, senin ilahın, senden
öncekilerin ilahı ve senden sonra geleceklerin ilahı Allah için söyle,
kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayarak sadece O'na ibadet etmemizi,
atalarımızın O'ndan başka tapmış oldukları şu ‘eşleri‘ alaşağı etmemizi sana Allah
mı emretti?" dedi.
Allah Resulu: "Elbette!" buyurdu. (Darimi)
(Bir keresinde) Bedevilerden bir kimse geldi ve şöyle dedi:
"Ey Muhammed! Elçin bize geldi ve Allah'ın seni Resul olarak gönderdiğini, senin
söylediğini iddia etti (doğru mu?)"
Allah Resulü:
"Doğru söylemiştir" buyurdu. O zat:
“Göğü yaratan kimdir?“
diye sordu. Allah Resulü:
"Allah'tır." buyurdu. Yine o:
“Yeri yaratan kimdir?“ dedi. Allah Resulü:
"Allah'tır." cevabını verdi. O zat:
“Bu dağları diken ve onların aralarında (bunca) yaratıkları
yaratan kimdir?“ dedi. Allah Resulü yine:
"Allah'tır"
buyurdu. Bu sefer de o zat:
“Semayı yaratan, arzı halk eyleyen ve şu dağları yükseltip
diken Allah'a yeminle soruyorum, Seni Allah mı Resul olarak gönderdi?“ dedi.
Allah Resulü: "Evet" buyurdu.
(Müslim,iman)
Hep birlikte gördüğümüz gibi kardeşlerim, Allah Resulu’nun kendilerine uyarıcı olarak gönderildiği Mekke toplumu hiçde bizim düşündüğümüz gibi Allah’ı bilmeyen, tanımayan, hatta O’nu bazı sıfatlarında birlemeyen insanlar değillerdi. Bunu size konuyu uzatmamak icin sadece birkaçını alıntıladığım ayet ve hadislerde açıkca gördük.
Tüm bu bilgileri okuduktan sonra sormamız ve sorgulamamız
gereken şey şudur: Peki, bu kadar köklü ve genis bir Allah
inancına sahiplerdi de, neden Allah subhanehu ve teala kendilerini müşrik
olarak adlandırıp yeni bir resul gönderdi?
Demekki kardeşlerim, kendilerine yeni bir resul gönderilmesi
için insanların illa Allah’ı inkar etmeleri gerekmiyormuş. Sadece Allah’ı
bilmeleri ve kabul etmeleride yetmiyormuş. Zaten tarih boyunca kendilerine resul
gönderilen toplumlarda bu şekildeAllah’ ı toptan bir inkar çok az olmustur. Ibrahim
ve Musa aleyhimusselamın gönderildiği toplumları buna örnek gösterebiliriz. Ama
genel itibari ile resuller hep Allah’ı bilen, kabul eden, O’na ibadet eden ama
bu ibadetlerinde kendisine ortaklar edinen topluluklara gönderilmiştir.
Bizim toplum olarak genellikle yanılgıya düştügümüz
nokta Allah tamamen inkar edildiğinde ve
kabul edilmediğinde kişinin kafir olacaği düşüncesidir. Sadece
Allah’tan başkası için namaz kılındığında, O’ndan başkasının önünde secde ve
ruku yapıldığında Allah’a ortak koşulduğunun
zannedilmesidir.
Halbuki kişi Allah subhanehu ve teala’ya dua ederken, sığınırken, yardımına çağırırken, korkarken, severken, ümid ederken, yarar ve zarar dokunduracak merci olarak görürken vs. ister bir şahıs, ister bir nesne, ister bir totem, ne olursa olsun Allah ile arasına bunlardan herhangi bir şeyi araci olarak koyarsa, Allah’a şirk koşmuş olur. Şirk budur. Müşrikte bu şekilde davranandır.
Mekkeliler Allah’ı bildikleri, iman ettikleri, bircok sıfatında O’nu birledikleri halde, Allah ile aralarına aracılar koydukları icin müşrik bir toplum olarak anılmışlar, bu davranışları sebebi ile kendilerine yeni bir resul gönderilmişdir.
Halbuki kişi Allah subhanehu ve teala’ya dua ederken, sığınırken, yardımına çağırırken, korkarken, severken, ümid ederken, yarar ve zarar dokunduracak merci olarak görürken vs. ister bir şahıs, ister bir nesne, ister bir totem, ne olursa olsun Allah ile arasına bunlardan herhangi bir şeyi araci olarak koyarsa, Allah’a şirk koşmuş olur. Şirk budur. Müşrikte bu şekilde davranandır.
Mekkeliler Allah’ı bildikleri, iman ettikleri, bircok sıfatında O’nu birledikleri halde, Allah ile aralarına aracılar koydukları icin müşrik bir toplum olarak anılmışlar, bu davranışları sebebi ile kendilerine yeni bir resul gönderilmişdir.
Kardeşlerim, Allah subhanehu ve teala yukarıdaki hususların hiçbirinde insanlardan kendisine bu
şekilde ortaklar edinmelerini istememiş ve
bu şekilde davranmaları için bize delil
(yani böyle davranmalarını emreden bir nas) indirmemiştir. Aksine onlarında
bizim gibi birer varlik olduğunu ve hiçbir güce sahip olmadıklarını belirterek
bizi uyarmıştır.
“Kendileri yaratılmış oldukları halde, hiçbir şey yaratamayan o putları (Allah'a) mı ortak koşuyorlar? Oysa onlar, ne onlara yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler.“ (A’raf Sursi, 191. ayet)
“Allah'ı bırakıp da kendilerine seslenip dua ettiğiniz kimseler de sizin gibi kullardır. (Eğer iddianızda) doğru iseniz, onlara seslenip dua edin de, sizin duanıza icabet etsinler.“ (A’raf Suresi, 194. ayet)
"Allah'ı bırakıp da dua ettikleriniz size yardım etmeye muktedir olamazlar; onlar kendilerine bile yardım edemezler.“(A’raf Suresi, 197. ayet)
Allah subhanehu ve teala
ayetleriyle bizi bu konuda uyardığı halde, malesef bugün O’ndan başkasına
dua edenler, yardımlarına çağıranlar, onların fayda ve zarar verebileceklerini
düşünenler, Allah’ı sever gibi putlaştırdıkları ilahlarını sevenler, sadece
O’ndan korkmaları gerekirken, gönüllerinde baska korkular besleyenler günümüzde
hiçte az değil. Peki kardeşlerim o zaman soruyorum, müşrik diyerek söylerken dahi küçümsediğimiz
Mekke toplumu ile bizim toplumumuzun arasındaki fark ne?
Halbuki Mekke toplumuda, bizim toplumumuz kadar Allah’ı
bilen ve inanan bir toplumdu. Hatta hatta O’na ibadet eden bir toplumdu. Bunuda
bir sonraki yazıda konu edelim insaAllah.
Hepinizi, sadece şirkden arınmış ibadetleri kabul eden
Allah’a emanet ediyorum… O bize çok yakın olan, dualarımızı işiten, içimizden
geçenleri bilendir.
“(Ey Muhammed) Kullarım sana benden sorarlarsa, ben,
şüphesiz, onlara yakınım. Bana duâ edenin, duâ ettiği zaman, duasını kabul
ederim. O halde, onlar da benim davetimi kabul etsinler ve bana inansınlar. Ola
ki doğru yolu bulurlar.“ (Bakara Suresi,186.ayet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder